~ MENÜ ~
·­» Ana Sayfa «­·
İletişim & Reklam
Ziyaretçi defteri
HAC ŞİİRLERİ NUH ALTUNAY
Edeb Ya Hu !
Komik
.Namaz.
Cennet
İlahiler
Tv İzle
Kıssa
Mevlana
Mehmetçik
Yararlı Linkler
Osmanlı Mimarisi
Manzara Resimleri
Manzara Resimleri 2
Hızlı Okumaya Çalışın!
Mehter.......video izle...
Osmanlı Medeniyeti
Kültür ve Medeniyet Kavramları
Uydudan Görüntü
Bunları Biliyor Muydunuz?
Şiiristan
Tasavvuf
Türk Tarihi
Yunus Emre
Bilgi Yarışması
Abdest Nasıl Alınır
Kur'an'ı Kerim Dinle
Rüya Tabirleri Sözlüğü
Peygamberimizin Hayatı
Trafik Canlı Kameraları
İ.B.B. Uydudan Görüntü
İtibar mı Karekter mi?
Namaz nasıl kılınır?
Namaz'la ilgili hadisler
Namaz kılmayanın bahaneleri
Namaz kılıyor musun?
Niçin 5 Vakit namaz
Namaz Vakitleri
Hanımlar için yemek tarifleri
Hanımlar için pratik bilgiler
Eşlerin birbirlerine karşı görevleri
Komşuluk hakkı
Sesli ve Görüntülü programlar
Gusül Abdesti Nasıl Alınır
Çocuklar için çizgi film
Çocuklar için oyunlar
RAMAZAN VE ORUÇ HOŞ GELDİN YÂ ŞEH'Rİ RAMAZAN
 

Kıssa

İki Kurbağa

Bir kurbağa sürüsü ormanda ilerlerken,
içlerinden ikisi bir çukura düşmüş.
Diğer bütün kurbağalar çukurun etrafında toplanıp,
çaresiz bir şekilde bakıyorlarmış.

Çukur bir hayli derin olduğundan düşen arkadaşlarının
zıplayıp dışarı çıkması mümkün gözükmüyormuş.
Yukarıdaki kurbağalar, boşuna
çabalamamalarını söylemişler arkadaşlarına:
“Çukur çok derin. Dışarı çıkmanız imkânsız!.”
Ancak, çukura düşen kurbağalar onların
söylediklerine aldırmayıp çukurdan
çıkmak için mücadeleye devam etmişler.

Yukarıdakiler ise hâlâ boşuna çırpınıp durmamalarını,
ölümün onlar için kurtuluş olduğunu söylüyorlarmış.

Sonunda; kurbağalardan birisi
söylenenlerden etkilenmiş ve mücadeleyi bırakmış.
Diğeri ise; çabalamaya devam etmiş.
Yukarıdakiler de, çırpınıp durarak
daha çok acı çektiğini söylemeyi sürdürmüşler.

Ne var ki, çukurdaki kurbağa
onlara hiç aldırmadın son bir hamle daha yapmış,
bu kez daha yükseğe sıçramayı başarmış
ve çukurdan çıkmıştı.
Arkadaşlarının ümit kırıcı sözlerine
hiç kulak asmamıştı…
Çünkü o sağırdı !

***Siz de olumsuz düşünceli insanları sakın duymayın!
Onların yüreğinizdeki umudu çalmalarına izin vermeyin...

                         ÖPTÜ

Peygamber Aleyhisselam, torunu Hz. Hasan'ı öptü. Yanında, sahabelerden Akra b. Habis Teymi oturmaktaydı. Akra: "Benim on tane evladım var, bunlardan hiç birini öpmedim" dedi. Peygamber Aleyhisselam kendisine baktı ve: "Şefkat ve merhamet göstermeyen kimseye, Allah da, kendi rahmetini ihsan etmez", buyurdu.

 

Üç İhtiyar

Bir kadın, kapıdan dışarı çıktığında, bembeyaz sakallı üç ihtiyarın kendi evinin önünde oturduklarını görür.

 'Ben sizi hiç tanımıyorum, der...
Ama aç ve susuz olmalısınız... Lütfen içeriye gelin de sizlere bir şeyler ikram edeyim...'
'Evin erkeği içerde mi?' Diye sorar adamlar.

'Hayır, der kadın. Şu an evin dışında.'

'O evde olmadığı sürece bizim bu eve girmemiz mümkün değil...' diye cevap verirler.

Akşam olup kocası eve döndüğünde kadın olanları anlatır.

'Peki, onlara söyleyebilir misin, der adam. Ben evdeyim artık, bu eve gelebilirler...'

Kadın dışarı çıkıp bu kişileri içeri davet eder. Ama bu defa da;

'Hepimiz aynı anda içeri girmeyiz' der yaşlı adamlar.

Kadın öğrenmek ister;

'Niye giremezsiniz?..'

İhtiyarlardan biri açıklar:

'Onun adı ZENGİN, der bir arkadaşını göstererek.
Diğeri BAŞARI...
Ben ise SEVGİ...'

Sonra ekler; 'Şimdi içeri gir ve kocanla konuş. Hangimizi evinizde istersiniz?..'

Kadın içeri girip söylenenleri kocasına anlatır. Adam duyduklarıyla neşelenerek;

'Ne güzel, der. Madem öyle, Zengin'i içeri çağıralım ve evimizi zenginlikle doldursun...'

Karısı itiraz eder;
'Canım, niçin Başarı'yı çağırmıyoruz?'
Bu sırada, evin diğer köşesinde bulunan gelinleri konuştuklarını duyar. Koşarak gelir ve kendi fikrini söyler;

'Sevgi'yi çağırsak daha iyi olmaz mı? Evimiz sevgiyle dolar!..'

'Gelinimizin teklifini dikkate alalım, der adam karısına... Dışarı çık ve bizim misafirimiz olması için Sevgi'yi davet et.'
Kadın dışarı çıkar ve yaşlı adamlara sorar;

'Hanginiz Sevgi idi? Lütfen içeri gel ve misafirimiz ol...'

Sevgi ayağa kalkar ve eve doğru yürümeye başlar. Fakat diğer iki yaşlı adam da onu takip ederler... Kadın şaşırmış bir halde Zengin ve Başarı'ya sorar;

'Ben sadece Sevgi'yi davet ettim, siz niye geliyorsunuz?'

Zengin ve Başarı bir ağızdan cevap verirler:
'Eğer Zengin'i ya da Başarı'yı davet etmiş olsaydın diğer ikisi dışarıda kalırdı. Ama sen Sevgi'yi davet ettin... O nereye giderse biz de ardından oraya gideriz. Çünkü nerede Sevgi varsa, orda Başarı ve Zenginlik de vardır!..'

                                   EN İYİSİ

 En iyi buğday yarışmasında senelerdir katılan bir çiftçi, büyük ödülü o yıl da kazanmıştı. Yarışmayı izleyen gazeteciler, çiftçiden bu başarısının sırrını öğrenmek istediler.
Çiftçi, bu sırrın, kendi buğday tohumlarını komşularıyla paylaşmasında yattığını söyledi.
Gazeteciler bu cevaba çok şaşırtılar:
"Onlar sizin rakibiniz olarak yarışmaya katılıyorlar. Buna rağmen, ne diye tohumlarınızı onlarla paylaşıyorsunuz?"
Çiftçi:
"Neden olmasın?" dedi. "Bilmiyor musunuz? Rüzgar, olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni alır ve tarladan tarlaya taşır. Bu bakımdan, komşularının kötü buğday yetiştirmeleri demek, benim ürünümün de iyi olmaması demektir. En iyi buğday yetiştirmek için komşularımın da iyi buğdaylar yetiştirmesine yardımcı olmam gerekiyor."

                                      DAHA ÖNEMLİ

YETMİŞALTINCI YAŞ GÜNÜNDE, ihtiyar ilkokul öğretmenimi ziyarete gitmiştim. Karısı ile birlikte, bahçedeydi. Öğretmenim çimenleri suluyor, karısı da çiçek saksılarının toprağını değiştiriyordu.
Beni gördükten sonra, işlerine ara verdiler. Hava güneşliydi. Bahçedeki masanın etrafında oturmayı tercih ettik. Sohbete dalmışken, öğretmenimin bir komşusu gelip civardaki çocukların zaman zaman bu çimenlerin üzerinde top oynadıklarını haber verdi.
“Bunlara sakın yüz vermeyin” dedi. “Bu şartlar altında çimen yetiştiremezsiniz.”
Öğretmenim, ona şu güzel cevabı verdi:
“Zararı yok efendim. Bence çocuk yetiştirmek, çimen yetiştirmekten daha önemli.”

                                     UYANDIRDIM MI?

SAAT 03.30'du. Adamın telefonu çalmaya başladı. Başını gömdüğü yastıktan binbir zorlukla kaldıran adam, yatak ucundaki telefona uzandı:
"Alo! Kimsiniz?"
"Benim oğlum, annen!"
"Anne of ya.. Bu saatte ne var Allah aşkına! Yarın ne kadar önemli işlerim olduğunu bir busen...."
"Şey oğlum.."
"Ne var anne, beni bu saatte uyandıracak kadar önemli ne var? Sabah araşan olmaz mıydı?"
Anne, oğlundan duyduğu bu kırıcı sözlerden dolayı, çok üzülmüş ve çok incinmişti. Ağlamaklı bir sesle şunları söyleyerek telefonu kapattı:
"Bundan tam otuzbeş yıl önce, böyle bir gece yarısı saat tam 03.30'da sen de beni uyandırmıştın! Doğum günün kutlu olsun evladım.."

                                          SÖYLE

BİR GÜN, Peygamber Aleyhisselam'ın yanında oturmakta olan bir adam, önlerinden gelip geçen bir başka adam için, Resulullah'a şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü, ben şu geçen adamı çok seviyorum" dedi.
"Peygamber Aleyhisselam:
"Pekiyi, ona bunu söyledin mi?" diye sordu.
"Hayır!" diye cevap verdi adam.
"Ona bunu söyle" buyurdu Resulullah.
O adam da, kalkıp, geçip gidene yetişti ve:
"Seni Allah için seviyorum" dedi.
Öteki de, kendisini sevene şöyle güzelce bir karşılık verdi:
"Kendisi adına beni sevdiğin Zât (c.c.) da seni sevsin!"


O, (a.s.m.) varlığıyla, yaşadığı dönemi bir saadet asrına dönüştürdü. O asırda yaşanan herşey, her zaman olduğu gibi bugün de, bütün insanlık için çıkarılacak dersler, başvurulacak çareler, dinlenilecek öğütlerle doludur.

KARAR

BİR GÜN, Peygamber Aleyhisselam'ın yanında oturmakta olan bir adam, önlerinden gelip geçen bir başka adam için, Resulullah'a şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü, ben şu geçen adamı çok seviyorum" dedi.
"Peygamber Aleyhisselam:
"Pekiyi, ona bunu söyledin mi?" diye sordu.
"Hayır!" diye cevap verdi adam.
"Ona bunu söyle" buyurdu Resulullah.
O adam da, kalkıp, geçip gidene yetişti ve:
"Seni Allah için seviyorum" dedi.
Öteki de, kendisini sevene şöyle güzelce bir karşılık verdi:
"Kendisi adına beni sevdiğin Zât (c.c.) da seni sevsin!"

 BİR BİLGEYE SORMUŞLAR:
"Efendim, dünyada en çok kimi seversiniz?
"Terzimi severim," diye cevap vermiş.
Soruyu soranlar şaşırmışlar:
"Aman üstad, dünyada sevecek o kadar çok kimse varken terzi de kim oluyor? O da nereden çıktı? Neden terzi?"
Bilge, bu soruya da şöyle cevap vermiş:
"Dostlarım, evet ben terzimi severim. Çünkü ona her gittiğimde, benim ölçümü yeniden alır. Ama ötekiler öyle değildir. Bir kez benim hakkımda karar verirler, ölünceye kadar da, beni hep aynı gözle görürler."

 Hayal ve Gerçek  

Babasının işi nedeniyle çocuğun orta öğretimi kesintilere uğramıştı. Orta ikideyken, büyüdüğü zaman ne olmak ve ne yapmak istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi hocası.

 

Çocuk bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir kompozisyon yazdı. Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlattı. Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini de çizdi. Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi. Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak 1000 metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekledi. Ertesi gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev, tam kalbinin sesiydi...

 

İki gün sonra ödevi geri aldı. Kâğıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir “0” ve “Dersten sonra beni gör”, uyarısı vardı.

 

-         Neden 0 aldım, diye merakla sordu hocasına çocuk.

-         Bu senin yaşında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal, dedi hocası.

-         Paran yok. Gezginci bir aileden geliyorsun. Kaynağınız yok. At çiftliği kurmak büyük para gerektirir. Önce araziyi alman lazım. Damızlık hayvanlar da alman gerekiyor. Bunu başarman imkânsız. Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden yazarsan, o zaman notunu yeniden gözden geçiririm.”

 

Çocuk evine döndü ve uzun uzun düşündü. Babasına danıştı.

 

-         Oğlum, dedi babası; “Bu konuda kararını kendin vermelisin. Bu senin hayatın için oldukça önemli bir seçim!”.

 

Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir değişiklik yapmadan geri götürdü hocasına .

 

-         “Siz verdiğiniz notu değiştirmeyin... Ben de hayallerimi...”

 

(Yılmaz, Hasan. Öğretmenim,Lütfen Bu Kitabı Okur musun!, Çizgi Kitabevi Yayınları, Konya, 2002.)

 

  

“Her insanın gönlünde bir hazine saklıdır, önemli olan o hazineyi bulup çıkarmaktır”

 

 

 

                                              İKİ SİMGE

Yaşlı kızıldereli reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede
birbiriyle boğuşup duran iki kurt köpeğini izliyorlardı. Köpeklerden
biri beyaz, biri siyahtı ve oniki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli
o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı.


            Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri kurt
köpeğiydi bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için bir köpeğin yeterli olduğunu
düşünüyor, dedesinin ikinci köpeğe neden ihtiyacı olduğunu ve renklerinin
neden illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla,
sordu dedesine: Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı.

- "Onlar" dedi, "benim için iki simgedir evlat."

- "Neyin simgesi" diye sordu çocuk.

- "İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik
ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe
ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları.

 Çocuk, sözün burasında; 'mücadele varsa, kazananı da olmalı' diye
düşündü ve her çocuğa has, bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:

- "Peki" dedi. "Sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?"

                Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa.

- "Hangisi mi evlat?
    Ben, hangisini daha iyi beslersem!"

 

 

YEŞİM TAŞI

Genç bir adam, değerli taşlara ilgi duyarmış ve
mücevher ustası olmaya karar vermiş. "
Bu mesleği yapacaksam,
iyi bir mücevher ustası olmalıyım
" diye düşünmüş ve ülkedeki
en iyi mücevher ustasını aramaya başlamış. Sonunda bulmuş,
yanına varmış, bir süre bekledikten sonra usta tarafından
kabul edilmiş. "Anlat, dinliyorum
" demiş usta. Genç adam
anlatmaya başlamış; taşlara ilgi duyduğunu ve iyi bir
mücevher ustası olmaya karar verdiğini heyecanla anlatmış.

Yaşlı usta sesini çıkarmadan genç adamı dinlemiş, sözleri
bitince de ona bir taş uzatmış, "Bu bir yeşim taşıdır
" dedikten
sonra genç adamın avucuna taşı bırakmış ve avucunu kapatmış.
"
Avucunu aynen böyle kapalı tut ve bir yıl boyunca hiç açma.
Bir yıl sonra tekrar gel. Haydi şimdi güle güle
" demiş ve
şaşkın genç adamı öylece bırakıp kalkmış, odadan çıkmış.

Genç adam evine dönmüş, kendisini merakla bekleyen
annesiyle babasına neler olduğunu anlatmış. Anlattıkça da
kendisine çok anlamsız gelen bu hareketi ve soğuk
konuşması nedeniyle kızdığı ustaya olan öfkesi
artıyormuş. Günler geçmeye başlamış. Genç adam
sürekli söyleniyor ama avucunu hiç açmıyormuş.

"
Nasıl böyle budalaca bir şey yapmamı ister.
Bir de ülkenin en iyi mücevher ustası olacak.
Bu saçmalığa bir yıl boyunca nasıl katlanacağım,
böyle bir eziyetle nasıl yaşarım. Bu ne biçim ustalık.
Ustalık kaprisi yapacaksa, bari başından yapmasaydı
."
diye devamlı söyleniyor, her önüne gelene
ustadan yakınıyor ama avucunu hiç açmıyormuş.

Avucu kapalı uyuyor, bütün işlerini diğer eliyle yapıyormuş.
Ve bu duruma da giderek alışmaya, diğer elini çok rahat
kullanmaya başlamış. Uyurken de yanlışlıkla avucu açılıp
taş düşmesin diye hep yarı uyanık uyuyormuş.

Böylece bir yıl geçmiş, her günü zorluklarla dolu,
her gecesi de yarım uykuyla yaşanmış bir yılı tamamlamış.
Ve o gün gelmiş. Genç adam tam bir yıl sonra,
büyük ustanın karşısına çıkmış.
Usta bir süre beklettikten sonra yanına gelince,
genç adam ne kadar saçma bulursa bulsun,
bu sınavı başarıyla tamamlamış olmanın verdiği
gururla elini uzatmış, avucunu açmış.

"İşte taşın" demiş, "Bir yıl boyunca avucumda taşıdım,
şimdi ne yapacağım?
" Yaşlı usta sakin bir sesle cevap
vermiş: "
Şimdi sana bir başka taş vereceğim, onu da
aynı şekilde bir yıl boyunca avucunda taşıyacaksın.
"
Bu söz üzerine genç adam bütün sükunetini
kaybetmiş, bağırıp çağırmaya başlamış.

Yaşlı ustayı bunaklıkla, delilikle suçlamış,
mücevher ustalığını öğrenmek için gelen genç bir insana
böyle eziyet ettiği için, hasta olduğunu bağıra çağıra
söylemiş. Genç adam bağırıp çağırırken,
yaşlı usta ona hissettirmeden birtaşı avucuna sıkıştırmış.
Öfkeden yüzü kıpkırmızı genç adam, bir yandan bağırıp
çağırırken avucundaki taşı hissetmiş. Durmuş, taşı
biraz daha sıkmış ve heyecanla konuşmuş:
"BU TAŞ, YEŞİM TAŞI DEĞİL USTA!"


Öğrenmek için zaman gerekir,
sabır gerekir, ustaları izlemek gerekir.
Dünya hızlandıkça zaman kısalabilir
ama öğrenmenin esası değişmez.

***

Yazarı Bilinmiyor

BİR BARDAK SÜTÜN HATIRI

Howard, yoksul bir ailenin çocuğuydu
ve okul giderlerini karşılamak için
kapı kapı dolaşarak eşyalar satıyordu.

O gün, hiçbir şey satamamıştı ve karnı da çok açtı.
Bundan sonra çalacağı ilk kapıdan
yiyecek birşeyler istemeye karar verdi.
Kapıyı açan sevimli genç bayanı görünce utandı.
Yiyecek bir şeyler yerine "Affedersiniz,
bir bardak su rica edebilir miyim?" diyebildi yalnızca.
Genç bayan, çocuğun aç olabileceğini düşünerek
kocaman bir bardak süt getirdi ona. Çocuk,
sütü yavaş yavaş içine sindirerek içtikten sonra
"Çok teşekkür ederim, borcum ne kadar?"
diye sordu genç bayana.
Genç bayan, "Borcunuz yok" diyerek,
yüzünde sıcak bir gülümsemeyle devam etti;
"Annem, gösterdiğimiz şefkat ve nezaket
karşılığı olarak asla bir bedel ödenmesini
beklemememizi öğretti bize" dedi.
Çocuk "O halde çok teşekkürler, yürekten
teşekkür ederim size" dedi. Howard Kelly,
evin önünden ayrıldığı zaman
kendisini yalnızca bedensel olarak değil,
ruhsal olarak da güçlü hissediyordu.

Yıllar sonra genç bayan çok ender rastlanan
bir hastalığa yakalanmıştı. Yöredeki doktorlar
çaresiz kalınca, hastalığı ile ilgili araştırmalar
yapılması için onu büyük kente gönderdiler.

Dr. Howard Kelly, konsültasyon yapması için
çağrıldığı hastanın hangi kasabadan geldiğini
duyunca heyecanlandı. Artık genç olmasa da
yıllar önce kendisine sevgiyle yaklaşan bayanı
ilk gördüğü anda tanımıştı ve onun yaşamını
kurtarmak için elinden geleni yaptı.

Uzun süren tedaviden sonra
bayan sağlığına kavuştu. Dr. Kelly,
denetlemesi için önüne getirilen faturaya
şöyle bir baktı ve üstüne birşeyler yazarak
zarfın içine koydu ve hasta bayanın odasına gönderdi.
Kadın elleri titreyerek aldı zarfı eline.
Açmaya korkuyordu... Hastane faturasını
asla ödeyemeyeceğini ve geri kalan yaşamı boyunca
bu faturayı ödemek için çalışacağını biliyordu.
Sonunda zarfı açtı ve faturaya iliştirilmiş
bir not dikkatini çekti. Kâğıtta şunlar yazılıydı:
"Hastane giderlerinin tamamı
bir bardak süt karşılığı ödenmiştir.".


Steve Goodier

ACELE KARAR VERMEYİN....
Çin düşünürü Lao Tzu'nun öyküsü........

Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama
Kral bile onu kıskanırmış... Öyle dillere destan bir beyaz atı
varmış ki, Kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin
tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış..

"Bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan
dostunu satar mı" dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki,
at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış: "Seni ihtiyar bunak,
bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala
satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın.
Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler...

İhtiyar: "Karar vermek için acele etmeyin" demiş.
"Sadece at kayıp" deyin, "Çünkü gerçek bu.
Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar.
Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı?
Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç.
Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez."

Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler.
Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş...
Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine.
Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş.
Bunu gören köylüler toplanıp ithiyardan özür dilemişler.
"Babalık" demişler, "Sen haklı çıktın. Atının
kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu
oldu senin için, şimdi bir at sürün var.."

"Karar vermek için gene acele ediyorsunuz"
demiş ihtiyar. "Sadece atın geri döndüğünü söyleyin.
Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini
henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç.
Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz
kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?"

Köylüler bu defa açıkçn ihtiyarla dalga geçmemişler
ama içlerinden "Bu herif sahiden gerzek" diye geçirmişler...
Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan
ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış.
Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman
yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara.
"Bir kez daha haklı çıktın" demişler.

"Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre
kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok.
Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın"
demişler. İhtiyar "Siz erken karar verme
hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş.

"O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı.
Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba
ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde
gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez."

Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu
ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan
bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler,
ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri
askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın
kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya
öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş.

Köylüler, gene ihtiyara gelmişler... "Gene haklı
olduğun kanıtlandı" demişler. "Oğlunun bacağı kırık
ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler,
belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının
kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer..."

"Siz erken karar vermeye devam edin" demiş,
ihtiyar. "Oysa ne olacağını kimseler bilemez.
Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda,
sizinkiler askerde... Ama bunların hangisinin talih,
hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor."


Bugün 66 ziyaretçikişi burdaydı!
 
ŞAHİN ERDOĞDU


¨DUYURU PANOMUZ¨




----------


SİTEMİZE HOŞGELDİNİZ


----------

Sitemiz Hakkında Tüm Öneri Ve Şikeyetlerinizi Ziyaretçi Defterine Yazarak Bize iletebilirsiniz...! Görüşleriniz Bizim İçin Değerlidir...

İlginizden dolayı teşekkür ederim  
----------
 

Şahin ERDOĞDU

www.sahinerdogdu.tr.gg

 
 
 
 

manşetler

 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol